ASYA’NIN YÜKSELİŞİYLE ÜRETİCİ VE GELİŞTİRİCİ ARASINDAKİ ÇİZGİLER GÖRÜNMEZ HALE GELİYOR 5 dakikada okunabilir

ASYA’NIN YÜKSELİŞİYLE ÜRETİCİ VE GELİŞTİRİCİ ARASINDAKİ ÇİZGİLER GÖRÜNMEZ HALE GELİYOR 5 dakikada okunabilir

Yaşam standartlarının yüksek olduğu gelişmiş olduğu ülkelerde üretim maliyetleri de bir hayli yüksek. Bir fabrika kurup tüm yönetmeliklere uyum sağlamak, görece yüksek ücretli çalışanları istihdam etmek ve elbette hammadde ihtiyaçlarını karşılamak gelişmiş bir ülkede çok daha kasvetli bir süreç. Bu sebeple dünyada birçok şirket üretimi kendi ülkeleri yerine Asya ülkelerinde yapmayı tercih ediyor. Ancak elektronik ürünleri üretmek kolaylaştıkça üretim talebinde bulunan küçük şirketlerin sayısı artıyor, bu esnada Asyalı şirketler Ar-Ge alanında güçleniyor ve böylece geliştirme süreçleri iç içe geçmeye başlıyor. Dolayısıyla artık fikri mülkiyet hakları konusunda çizgileri çizmek o kadar da kolay değil.

Uluslararası bir avukatlık firmasının ortaklarından olan Dan Harris, bu konuyu en iyi değerlendirebilecek sektörlerden birinde ve fikirlerini bir makaleyle aktarıyor. Harris’e göre özellikle Asya – Avrupa – ABD üçgeninde artık üçüncü aşamaya geçildi ve bu aşamada fikri mülkiyet hakları konusunda işler çok daha karmaşık hale geliyor. Dolayısıyla nesnelerin interneti gibi alanlarda birçok yeni donanım girişiminin doğduğu günümüzde şirketler fikri mülkiyet konusuna çok daha özen göstermeli ve sözleşmelerini iyi düzenlemeli.

İşte Harris’in bahsettiği 3 aşama;

Aşama 1: 80’lerden 90’ların ortasına kadar

Bu dönem belki de Asya’daki üretim gücünün ve maliyet avantajlarının fark edildiği dönem olarak kabul edilebilir. Birçok üretici üretmekte olduğu ürünleri Asya’da daha ucuza mal edebileceğini gördü ve bu sebeple tüm hakları kendine ait olan ürünü alıp Asya’ya gitti. Asya’da bir üretici ile anlaşıp kendi adına bu ürünleri ürettirip yine aynı kanallardan müşterilerine satmaya devam etti. Bu senaryoda ürünle ilgili tüm haklar geliştirici şirkete aitken Asyalı şirket sadece ürettiği ürün başına para aldı.

İkinci senaryo ise Asyalı şirketlerin kendi ürünleri üzerineydi. Asyalı şirketler bazı ürünleri kendileri geliştiriyor ve üretiyordu. Yabancı şirketler gitti, bu ürünlerden bazılarını seçti ve kendi markası altında ürettirdi. Böylece ürüne dair haklar Asyalı şirkete aitken ürünü pazarlayan şirket de marka haklarını elinde tutuyordu.

Bu dönem birçok şirket için çok iyi geçti ve Asya’daki fırsatları iyi değerlendirenler hiçbir yasal problem yaşamadan işlerini büyütebildi. Ancak bu kolay ve güzel dönemin getirdiği ‘tembellik’ zamanla yeni problemlere sebep olmaya başladı ve ikinci aşama başladı.

Aşama 2: 1995’ten 2015’e kadar

Asya’daki üretim gücünden etkilenen şirketler artık hazır bir ürünleri bile olmadan üreticilerin kapısını çalmaya başladı. Elbette Asyalılar da bunca zaman boş durmadı ve kendini geliştirdi. Dolayısıyla ürün ve üretim süreçleri üzerine ortak geliştirme süreçleri devreye girdi. Bir şirket aklındaki konsept ile Asyalı şirketin kapısını çalıyor ve bu ürünün prototip, seri üretime hazırlık gibi Asya’da yapılıyor. Ardından seri üretim başlıyor ve ürünler dağıtıma çıkıyor. Buraya kadar her şey normal. Fakat iki şirket arasında bir problem belirdiğinde avukatlar için kabus gibi günler başlıyor. Zira konsept yani fikir bir şirketten çıkarken diğer şirket prototip ve seri üretime dair problemlerin çözülmesi konularında ticari sırlara sahip. Konsept sahibi üretimi başka bir şirkete taşımaya karar verirse hangi hakkın kimde kalacağı, ne kadar tazminat ödeneceği gibi konular çok karmaşık hale geliyor.

Eğer iki şirket bu konular üzerinde anlaşmaları açık bir şekilde kurgulayıp imzaları atarsa elbette sorun kalmıyor. Ancak anlaşmaların bulunmadığı ilişkiler birer kaosa dönüşüyor.

Aşama 3: 2015 ve sonrası

Günümüzde bu ilişkiler daha da karmaşık hale gelmiş durumda çünkü artık işin içerisinde çok daha fazla oyuncu var. Geliştirme ve üretim süreçlerine farklı sağlayıcılardan gelen dış tasarım, mobil uygulama, işletim yazılımları gibi ekstralar da eklendi. Bu sağlayıcıların bazıları fikir sahibi şirket bazıları ise üretici tarafından projeye dahil edildiğinde herkes farklı bir tarafın yanında yer alıyor. Dolayısıyla ürünü bu düğümlerden kurtarıp hür hale getirmek çok daha karmaşık bir hal alıyor.

Söz konusu bir girişim olduğunda bu konular oldukça zorlayıcı. Zira potansiyel yatırımcılar satış görmek istiyor olsa da fikri mülkiyet haklarının, patentlerin kime ait olduğuyla da çok ilgilenecektir. Birçok şirket hızlı satış amacıyla bu aşamaları göz ardı ediyor ve karşılıklı güven çerçevesinde süreçleri ilerletmeyi tercih ediyor.

Ancak karşılıklı güven sarsılmıyor olsa bile günün birinde mutlaka yolların ayrılması gereken an geliyor ve bu an geldiğinde şartlar genellikle Asyalı üreticiden yana oluyor. Siz siz olun şartlar ne olursa yazılı sözleşmelerle rolleri net olarak belirleyin. Fikrinizi çok erken aşamada üretime geçirmek için uğraşmayın, mümkün olduğunca kendi imkanlarınızla geliştirme süreçlerini işletmeye devam edin ve üreticiyle – üçüncü parti sağlayıcılarla sınırlarınızı iyi belirleyin.